7 Eylül 2011 Çarşamba

Her yerde ve her zaman kahve taneleri gibi olabilmek..Dimdik,hiç bozulmadan,hangi durumda olursa olsun kişiliğini yitirmeden..Ve en kötü şartlarda bile, kaynayan suya atılan kahvenin çıkardığı o mis gibi kokuyu daima arkanda bırakarak yaşamak, ne güzel şeydir.. (L.D)

BİR BABANIN OĞLUNA MEKTUBU
Bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş."Sana son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum" demiş. Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı "Olur" demiş çekine çekine.Baba,ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş,hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış."Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana" Sırasıyla havuç,yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş.Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına.Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş.Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış.Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu.Yemek masasında üç tabak duruyormuş.Kaplarda kaynayan havuçları,yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş.Sonra oğluna dönüp sormuş:"Ne görüyorsun?" Oğlu düşünürken,o açıklamaya başlamış. "Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış.Yumurtalar görünüşte, baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış.Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler.."Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş: "Evlilikte,aşk ve şefkat birlikte olmalıdır.Aşksız bir evlilikte,her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler,eskitirler, pörsütürler.Şefkatsiz bir evlilikte ise,eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar.Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler.Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi,onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler.Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu. "Asıl ders bu değil!"dedi baba.Oğlunun elinden tuttu,ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi. "Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak..İkisinde de bir tat yok " Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşalttı.Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı."İçmek istersin herhalde" dedi.Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü."Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur.Mis gibi,temiz ve huzur verici. Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi..Çünkü onlar birbirlerini harcamak yerine,birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak,hayata kendi tatlarını,kokularını ve renklerini katmayı başarırlar." (Alıntı)
             

Sevgi nedir?


           PAPATYA
    Koskoca bir bahçede harikulada çiçekler içinde bir papatya..Ve papatya aşık olmuş, yanmış tutuşmuş ak sakallı bahçıvana..Bir ümit bekliyormuş,yüzlerce çiçeğin arasından onunla, sadece onunla saatlerce ilgilensin diye..Buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormuş..Sadece ona değsin makası, Sadece ona gülsün dudakları..Kıskanıyormuş bahçıvanı,kırmızı güllerden,sarı lalelerden, mor menekşelerden,zambaklardan...
  Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş, bembeyaz yapraklarını..Bir gün, aşkı öyle büyümüşki..Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş..Eğilivermiş boynu..Toprağa bakıyormuş artık..Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş Ayaklarını görüyormuş..Bunada şükür diyormuş..Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek..
  Zaman akıp gidiyormuş..Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş..Ne var sanki boynumu kaldırsa, bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş..Ve işte bir gün..Bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış..İncecik bedenini ellerinin arasına almış..Elindeki sopayı, köklerinin yanına,toprağa sokmuş bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya.. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı.. Hala göremiyormuş onu, ama bedeni kurtulmuş..
  Uzun bir müddet sonra, bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye..Gelen giden yokmuş.. Kahrından ölecekmiş papatya..Ama işte bir sabah..Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış..Derin bir oh çekmiş..Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş..Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüş..Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş..Başka birisiymiş..Adamın elinde bir de makas varmış..Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru..Ne güzel açmışsın sen öyle demiş..
  Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış..Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış.."Ama gövden seni taşımıyor" demiş,elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış..Ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış..Papatya yere düşerken, hatırlamış sevdigini..O ak saçlı,ak sakallı, yaşlı mı yaşlı bahçıvanı hatırlamış..Bir de o gencecik, yakışıklı delikanlıyı düşünmüş..
 Ve o an anlamış,neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini..O her şeye rağmen, papatyaya emek vermiş..Ona hiç bir zaman güzel oldugunu söylememiş ama, onu aslında hep sevmiş.. Papatya anlamış artık..Sevgi, emek istermiş..Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini..Teşekkür etmiş ona içinden..Son yaprağı da kuruduğunda, biliyormuş artık, gerçek sevginin söylemeden, yaşamadan, ve asla kavuşmadan da varolabileceğini...(Alıntı)










GÖRMEK İÇİN GÖZ ŞART DEĞİl...(L.D)



KİM DAHA İYİ GÖRÜYOR?
Adamın biri, ilk defa gittiği bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa:
- Buraların yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum. Çok yakın olduğunu söylediler.
Çocuk arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:
- Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.
Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez.
Çocuk:
- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.
- İyi ama, demiş adam. Bunların parktan değil de bir tek ağaçtan gelmediği ne malum?
- Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsınız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu da duyarsınız.
Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kağıt para çıkartıp teşekkür ederken fark etmiş onun kör olduğunu.
Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini fark ettiğini.Işığa hasret gözlerini ondan saklamayı çalışırken:
- Üç yıl önce kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar çok özledim ki...Sizin gözleriniz sağlam öyle değil mi?
 Adam çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına doğru yönelirken:
- Artık emin değilim gözlerimin sağlamlığından, demiş. Emin olduğum tek şey, senin benden daha iyi gördüğün.(Alıntı)





Sevgi nereye giderse, başarı ve zenginlik de onunla gider...Ama bugün bir anket yapılsa, insanların %90 ından daha fazlasının zenginliği seçeceğinden eminim...Çünkü öyle bir hale geldik ki,kişiler insanların parasına göre değer verir oldular..Her ne kadar "sevgi,sevgi" diye bağırsak da, zenginlik tercihi taaaa Nasreddin Hoca zamanından beri devam edip gelmiş günümüze "ye kürküm ye" misali...Maalesef ki, rağbet hiçbir zaman kişiliğe değil hep kürke dayalı olmuş...Eski zamanlardan bugüne değin, değişen hiçbir şey yok....(L.D)

           SEVGİ-BAŞARI-ZENGİNLİK
Bir kadın evinden çıktı, evinin önünde beyaz, uzun sakalları olan 3 yaşlı adam gördü.
     Onlara:
- Sizi tanımıyorum ama aç olmalısınız, lütfen evime buyurun ve birşeyler yiyin, dedi.
- Kocanız evde mi?, diye sordular.
- Hayır, dedi kadın:"Dışarıda."
- O zaman giremeyiz, dediler.
Akşam kocası eve geldiğinde kadın olanları ona anlattı. Kocası:
- Onlara eve geldiğimi söyle ve onları eve davet et, dedi.
  Kadın dışarı çıktı ve yaşlı adamları davet etti. "Biz bir eve hep beraber girmeyiz", dediler.
  Kadın: "Neden?" dedi.
 Yaşlı adamlardan biri, arkadaşlarından birini göstererek cevap verdi:
- "Onun adı Zenginlik'tir" dedi..Ve bir diğerini göstererek "Onun da adı Başarı'dır,
  Ve ben de Sevgi'yim.. Daha sonra konuşmasını sürdürerek,"Şimdi eşinle konuş ve hangimizi evinize davet edeceğinize karar verin", dedi.
  Kadın eve girdi ve olanları kocasına anlattı. Kocası çok sevindi :
- "Ne kadar harika" dedi, "Zenginliği davet edelim, gelsin ve evimizi zenginlikle doldursun", dedi.
Kadın: "Neden başarıyı davet etmiyoruz?"
O sırada onları dinlemekte olan kızları:
"Sevgiyi davet etsek daha iyi olmaz mi?" diye sordu, "Evimiz sevgiyle dolar."
Adam:
- Bence kızımızın tavsiyesine uyalım, sevgiyi davet edelim.Sevgi bizim misafirimiz olsun, dedi.
Kadın dışarı çıktı, sevgiyi seçtiklerini söyleyerek onu evlerine davet etti. Sevgi kalktı ve eve doğru yürümeye başladı. Diğer iki arkadaşı da ayağa kalktı ve onu takip ettiler. Kadın büyük bir şaşkınlıkla:
- Ben sadece sevgiyi davet ettim, siz neden geliyorsunuz?" diye sordu.
Yaşlı adam cevap verdi:
Eğer,zenginlik veya başarıyı davet etmiş olsaydınız, diğer ikimiz kalacaktık. Ama siz sevgiyi davet ettiğiniz için, ben nereye gidersem, başarı ve zenginlik de benimle gelir.
  (Alıntı)

YENİ AYAKKABILARIM


O bayram bana ayakkabı almaya karar verdiler.Hazır ayakkabı satan mağaza yoktu şehirde.Tek ayakkabı yapan küçük dükkanındaki ayakkabıcı,çıplak ayağımı bir kartonun üzerine koydu, iyice basmamı söyledikten sonra ağzındaki kurşun kalemi eline alıp ayağımın çevresini çizdi..O ayağımın çizildiği karton, benim ayakkabı numaramdı..Günlerce yeni ayakkabılarımın hayalini kurdum..Babamın anlattığına göre ayakkabılarım siyah ve bağcıklı olacaktı..Kapının her çalınışında koştum..Ayakkabılarım bayramdan bir gün önce geldi, hem de siyah-bağcıklı.

O gün onları giymedim..Bayram gecesi yatağımın altına yerleştirdim, yeni ayakkabılarımı..Arada bir kalkıp kutusundan çıkartıyor, yere koyuyor, yukarıdan, yandan, önden bakıp duruyordum..Parlak ve yuvarlak burnunu gecenin karanlığında kim bilir kaç kez okşadım..Uyku girmedi gözüme..Sabahleyin ev ahalisi kalktığında, ayakkabı kutusu kucağımda,sandalyede oturuyordum..Ayakkabımı babam giydirdi..Ayağıma olmamıştı ayakkabılarım..Dardı ve canımı yakmıştı..
Ama bunu babama söylemedim..O "Sıkıyor mu?" diye sordukça,"Hayır"yanıtını veriyordum."Dar,ayağımı acıtıyor"desem, geri gidecekti ayakkabılarım ve ayakkabıcının hemen bir yeni ayakkabı yapması olanaksızdı..O bayram sabahı, canım yana yana yürüdüm..Bir süre sonra acı dayanılmaz oldu..Dişimi sıktım..Topalladım..Soranlara, "Dizimi vurdum" dedim..Ayakkabılarımın ayağımı sıktığını kimselere söylemedim..

Doğrusunu isterseniz, yaşam da dar ayakkabıyla yürümektir..Kimi zaman,dar bir maaş, kimi zaman sevimsiz bir iş, bazen bir mekan dar ayakkabı olur bize..Kimi zaman bir çevre, kimi zaman bir sokak, ya da bir şehir..Dostluklar, arkadaşlıklar, beraberlikler dar bir ayakkabıya dönüşüverir..Kimi zaman,"zamandır" dar ayakkabı ve geçmek bilmez..Kimi zaman zenginlik, kimi zaman başınızı koyduğunuz yastık..Canınız yanar..Ve topallaya topallaya yürürsünüz hayat yolunda..


"Sonradan öğrendim yaşamın da dar ayakkabıyla yürüme sanatı olduğunu.."







6 Eylül 2011 Salı

İşte beni temsil eden üç obje....şaşkın ördek,kelebekler ve kanayan kırmızı güller..(L.D)

                     

Şaşkın bir ördek yavrusu kadar safım hala, hayata karşı..




Ruhum kelebekler kadar özgür,kendi iç dünyamda,

ama ...

Eğer insanlardan, benim gösterdiğim sevginin yarısını bile göremezsem,kendi kendimi yer,bitirir,yok ederim..
Hiç tanımamışcasına o insanları,hayatlarından usulca çıkar giderim..Ve onlar benim gerçek olup olmadığımı hatırlayamazlar bile..Bense, ömür boyu sürecek, kanayan yaralarımla başbaşa kalırım..(L.D)

Dalkavukluğun en dibe vurmuş örneğidir,Sezar-Brütüs ilişkisi..Yalakalıkta sınır tanımayan aynı Brütüs,efendisine ilk bıçak darbesini vuranların başında gelecektir..Ve kendisini öldürenlerin arasında Brütüs'ü gören Sezar'ın hayattaki son sözleri olacaktır ölürken.."Sende mi Brütüs?" diyerek..Bir yöneticinin, sonunu getiren tek kaynaktır aslında, "yalakalar"...Ama her nedendir bilinmez, o yöneticiler daima yalakalara ,dalkavuklara ihtiyaç duyarlar ve onları çok severler,kendi katillerini severcesine...(L.D)

 "KİŞİLİKSİZ KİŞİLER" İÇİN GÜZEL BİR HİKAYE...

Sezar, bir kır gezintisi sırasında gökteki buluta bakarak söylenir:
- Şu bulutu görüyor musun Brütüs?Tıpkı bir papatyaya benziyor değil mi?
Brütüs destekler:
-Haklısınız yüce Sezar.Tıpkı bir papatyaya benziyor.Üstelik, neredeyse yaprakları sayılacak.
Kısa bir süre sonra, Sezar aynı buluta bakar ve seslenir Brütüs'e;
-Yok canım..! Ne papatyası? Tıpkı bir tavşana benziyor...
Brütüs buluta bakar ve,
-Gerçekten de öyle yüce Sezar..Tıpkı bir tavşan.. Ne kadar da kocaman kulakları var..! der.
Kısa bir süre sonra Sezar, yine aynı buluta bakar ve:
-Bana bak Brütüs..! O bulutun tavşanla ilgisi yok..İyice dikkat edersen, bir gelinliğe benzediğini fark edersin, der...
Bunun üzerine, yine buluta bakan Brütüs,
-Vallahi çok ilginç, ancak dikkatli bakınca tıpkı bir gelinliğe benziyor..Baksanıza ulu Sezar..! Tacı bile belli oluyor..
Sezar dayanamaz, ellerini iki yana açar ve haykırır:
-Neredesin? Eyyy şahsiyet..!(Alıntı)

Etrafını saran "yalaka" çemberinin dışında kalabilen yüksek
mertebedeki şahsiyetler, içinde bulunduğu zamanda değil
belki ama, sonsuz zamanlara kadar en "iyi yönetici" ünvanını, hiçbir zaman kaybetmeyeceklerdir bence..(L.D) 

Karşımızdakini ancak onun sevgi diliyle anlamak gerek... Gerek ama, hangimiz böyle yapıyoruz canımızdan çok sevdiklerimize ? Öyle sıkışık zamanlarda yaşıyoruz ki herşeyi...Sonra bir bakmışız, o çok değerli zaman dilimleri, gelmiş..geçmiş..gitmiş..(L.D)

            KISSADAN, ŞAHSEN KENDİ HİSSEME....
          BİR HİKAYE
 Sen, dedi öfkeyle..Beni hiçbir zaman sevmedin ki...!  Melek Hanım,karşısında öfkeyle bağıran kızını tanıyamıyordu son günlerde.."Ne oldu bu çocuğa ? Sanki o melek gibi evladım gitti,yerine hiçbir şeyden memnun olmayan,her şeye itiraz eden,hem her zaman sinirli, hem de beni sinir etmeye çalışan bu kız geldi...Onu neredeyse hiç tanımadığımı düşüneceğim.”
Susuyordu Melek Hanım.Daha doğrusu susmaya zorluyordu kendini..Son tartışmalarının üzerinden bir gün bile geçmemişti.. Sakin olmaya çalışarak:
-Nereden çıkarıyorsun bunu?Bir anne evladını sevmez mi hiç?
-Sevmiyorsun işte..! Sevseydin ilgilenirdin benimle..Sorunlarımı dinlerdin..
Hınç dolu bir ses tonuyla söylemişti kızı bunları..Gözleri kocaman açılmış, elleri sinirden, tit tir titriyordu genç kızın. Melek Hanım, şaşkınlıkla ve giderek kabaran öfkesini dizginlemeye çalışarak, baktı kızına. Şimdi kendisine hınçla bakan o kocaman yeşil gözleri, sevgiyle bakardı bir zamanlar.. Karşısında asabiyetle titreyen o eller,bulduğu her fırsatta sevgiyle sarılırdı..Kadın,kızının kışkırtıcı sözleriyle sıyrıldı, daldığı düşüncelerden.
-Evet ..! Niye susuyorsun? Cevap versene!  
Anne,sakinliğini korumaya çalışarak:
-Bu konuyu sonra konuşalım istersen yavrum...Şimdi ikimiz de sinirliyiz.
-Kaçıyorsun demek! Her zaman yaptığın gibi,beni ve ihtiyaçlarımı arka plana atacaksın yine..!Dedi kızı ve hışımla odasına girdi.
Kapıyı çarpıp,hızla kilitledi..
 Anne,salonun ortasında kalakalmıştı.Bu manzara bu günlerde ne çok tekrarlanır olmuştu böyle?
Ertesi sabah giyinmiş sakin sakin okula gitmeye hazırlanıyordu genç kız.. Banyoda saçlarına spreyle şekil vermeye çalışırken, bir yandan da şarkı söylüyordu.. İşini bitirip çıktığında; annesinin özene bezene hazırladığı kahvaltı masasına,umursamaz bir bakış fırlattı. Masada ne yoktu ki..Mine´nin çok sevdiği dilimlenmiş kaşar,çiçek şekli verilmiş domates,tereyağında pişmiş mis gibi kokan yumurtalı pastırma,siyah zeytin ezmesi..Daha neler neler..Aslında çok etkilenmişti, kendisi için hazırlanmış bu kahvaltı masasından..
 Ama etkilenmemiş görünmeyi tercih etti.
 Annesi her zamanki güler yüzüyle:
-Sana kahvaltı hazırladım.Okula gitmeden bir şeyler ye de öyle git istersen..
-İstemem,bu günlerde kilo aldım zaten..Acelem var,okula yetişmem gerek.. Dedi kızı,o umursamaz ses tonuyla..  Sonra,annesini yeterince sinir edemediğini düşünerek daha ağır konuşmak ve ona hiddetini savurmak için:
Hıh..!Sanki sadece benim için mi hazırladın o kahvaltıyı..Biraz sonra babam işe gidecek, kardeşlerim uyanacak, o baş belaları da okullarına yetişecek..Eminim, asıl onlar için hazırlamışsındır..Sen benim için öyle özel şeyler yapar mısın hiç..!
(Bu sözleri daha tamamlamadan, pişman olmuştu bile..Ama ağzından çıkmıştı bir kere.) Sanki çocuk kandırıyor..!Diye söylenerek, çarptı kapıyı ve çıktı evden..Kapı önünde korna çalan servise yetişmeye çalışırken, annesinin yüzündeki o kalp kırıklığının izini görmemekti asıl niyeti..
  Omuzlarından aşağı sümbül gibi salınan, açık kumral saçlarını, sabahın rüzgarında savurup servise doğru yürüdü..
 Biçimli başını kaldırmış, havalı havalı atıyordu adımlarını..Kalkık burnunu biraz daha kaldırmış,çantasını sırtlamış,serviste kendini bekleyen arkadaşlarına doğru parke taşlar üzerinde yürürken pişmandı,çok hem de pişman annesini kırdığı için.. Ama bunu derhal aklından çıkarmak istiyordu..
 Melek Hanım,kızının sabah sabah söylediği o kalp kırıcı sözlerinden sonra, her şeyi bıraktı..Gitti ve salondaki koltuklardan birine oturdu..Aslında buna "oturdu" demekten daha çok, koltuğun bir köşesine "yığıldı" dense daha yerinde olurdu..Taba rengi koltuğun kabarık desenli döşemesine elleriyle dokunurken,bir yandan da için için ağlıyordu.
 Bu defa çok kırılmıştı..Düşündü bir süre..Neden böyle olmuştu kızı..?
 Daha doğrusu kızına neler oluyordu böyle..?  Sonra kararını verdi..Okuldaki Rehber öğretmen ile görüşecekti..Ne yapacağına karar verdikten sonra biraz daha rahatladı..
Kahvaltı yapması için eşini uyandırdı önce.. Bir süre sonra da ufaklıkları..Büyük bir hızla, sabahları kendisini bekleyen masayı toparlayıp,mutfağı düzenleme,mutfağın halı zeminini şarjlı el gırgırıyla temizleme işlerini yaptıktan sonra,eşine:
-Bu gün Mine’nin okuluna gidip Rehber öğretmenle görüşmeyi düşünüyorum..
 Mahmut Bey,kaç zamandır karısıyla kızı arasındaki sürtüşmeyi farketmişti..
 Fakat nedense karışmamayı tercih etmişti..Bu gidişin de bununla ilgili olduğunu anlamıştı:
-Sen bilirsin.Görüşmek iyi olur tabii..
  Konuşmasında, olabildiğince yuvarlak ifadeler kullanmayı tercih etmişti..Anne-kız savaşına katılmama kararı almıştı sanki..
 Melek Hanım, kızının okuluna vardığında saat, 10.30´u geçiyordu..Danışma memuruyla görüştükten sonra, okul Rehber öğretmeninin odasına gitti..Durumu ona anlattı..Güler yüzlü ve iyi bir dinleyici bulmuştu karşısında..
Rehber Öğretmen,anneyi dikkatle dinledikten sonra:
-Kızınızın "Sevgi Kutusu" boş..O nedenle size böyle davranıyor..Sizin kendisini hiç sevmediğinizi, önemsemediğinizi düşünüyor.. Bunun için bu kadar hırçın ve kırıcı..Dedi.
 Melek Hanım:
-Nasıl olur? Her fırsatta ona sevgimi olabildiğince gösteriyorum..Hem, bir anne çocuğunu sevmez mi hiç?
Rehber Öğretmen:
-Elbette..!Onu çok sevdiğinize inanıyorum. Fakat; kızınız sizin tarafınızdan ne kadar sevildiğinin farkında değil.Çünkü ona olan sevginizi siz kendi “Sevgi Dilinizle” anlatıyorsunuz..Onunkiyle değil..
-Sevgi Dili..?Dedi Melek Hanım, anlayamamış bir ses tonuyla..
-Anlatayım.. Ama dilerseniz önce bununla ilgili lise yıllarımda bir öğretmenimden duyduğum bir hikayeyi anlatayım size..
Hem böylece biraz rahatlamış, sakinleşmiş olursunuz.
"Zamanın birinde bir İngiliz,bir Fransız,bir Arap ve bir Türk arkadaş olmuş..Bir süre işaret diliyle hoş beş ettikten sonra, canları meyve yemek istemiş..Hepsinin parası toplansa ancak bir kilogram meyve alacak kadarmış..İşte tam bu sırada anlaşmazlık çıkmış aralarında..Çünkü her biri kendi istediği meyvenin alınmasını istiyormuş pazardan.
İngiliz:
-Grape!Grape alınmalı! Diye tutturmuş.
Fransız:-Raysin! Raysin alınsın!.. Diyormuş.
Arap:-Ineb!Ineb alınsın.
Yoksa yemem! diye ayak diriyormuş..
Türkün ısrarı hepsini bastıracak güçteymiş: -Olmaz! Ooolmaz..!Üzüm alaacağız.Başka meyve asla olmaz..!Diyormuş da başka bir şey demiyormuş.
 Onların bu kavgalarını uzaktan seyreden bilge bir kişi yanlarına giderek sormuş..Anlatmışlar meselenin ne olduğunu..
 Bilge kişi gülmüş:
-Verin bakalım paranızı..
Demiş hepsine de kendi dilleriyle..Çünkü bu kişi hepsinin dilini biliyormuş..Pazarın yolunu tutmuş bilge kişi..Bir süre sonra, kucağında bir kilogram üzümle çıka gelmiş.,Dört arkadaşın hepsi de atılmış ve:
 -Hah..! İşte ben de, tam bu meyveyi istiyordum!..Diye bağırışmışlar..
Sonra da şaşırarak, hepsinin hangi meyveyi istediğini nereden anladığını sormuşlar:
 -Çok basit.Demiş bilge kişi..- Çünkü hepinizin dilini de biliyordum..Ve herbiriniz kendi diliyle üzüm istiyordu..”
 Rehber öğretmen bu hikayeyi anlattıktan sonra, her ikisi de gülüştü..Öğretmen Melek Hanım´a dönerek:
 -Tıpkı bu hikayede olduğu gibi herkesin bir "sevgi dili" vardır..Eğer sevgimizi karşımızdakine onun diliyle anlatmazsak, o kişi bizim tarafımızdan sevildiğini anlayamaz. Dolayısıyla sevilmediğini düşünerek üzülür.Ve de sevilmediğini düşünen insanların yaptığını yaparak alabildiğince "kırıcı" olur..
 Siz de muhtemelen, kendi dilinizle anlatıp durdunuz yıllarca sevginizi..Ama bu anlatım, kızınız açısından hiçbir zaman sevgi davranışları olarak anlaşılmadı..
 Ve üstelik sizi suçladı..Sizin onu sevmediğinizi söyleyerek..Bu durum da doğal olarak sizin kalbinizi kırdı..
-İçimi okuyorsunuz vallahi hocam..!
Dedi Melek Hanım.. -Bu güne kadar niye size gelmemişim sanki..!
-İhtiyaçlar mecburiyet halini almadan bazı şeyleri gerçekleştirmiyoruz da ondan.Ama olsun,bundan sonrasına bakalım asıl biz.
-Peki,hocam şu dilleri bana anlatıverin de kızımla aramdaki o güzel günlere geri döneyim ben de..Dedi Melek Hanım..
-Öğle yemeğinin vakti gelmiş,isterseniz yemeğe inelim..Sonra devam ederiz..
 İkisi birlikte öğle yemeğine indi..Bu arada Melek Hanım kızıyla karşılaştı merdivende..   Mine,annesini rehber öğretmenin yanında görünce, annesine kızgınlık dolu bir bakış fırlattı.
 Bakışlarıyla annesine:
-Buraya gelip Rehber öğretmenle görüşerek benim karizmamı sıfırladın..!Şimdi herkes,arkadaşlarım benim problemli biri olduğumu düşünecek.!Diyordu sanki..
 Melek Hanım, kızının bu tehdit dolu bakışlarını görmezden gelerek, yemeğe indi öğretmenle..
Yemekten sonra Rehber Öğretmen devam etti anlatmaya:
-Günümüzde kabul gören bir teoriye göre, insanların Beş tane "sevgi dili" olduğu kabul edilmekte..
Bunlar:
1- Hizmet davranışları,
2- Onay sözleri,
3- Armağanlar,
4- Nitelikli beraberlik,
5- Fiziksel temas´tır.                                           
  Dedikten sonra anneye şu soruyu yöneltti:
   -Sevdiklerinize,sevginizi nasıl gösterirsiniz ? Ya da bir insan, size nasıl davranırsa onun tarafından çok sevildiğinizi hissedersiniz?
 Melek Hanım bir süre düşündükten sonra gözleri parlayarak cevap verdi..Rehber öğretmenin ne demek istediğini anlamıştı:
-Galiba anladım hocam..Sorunuzun cevabına gelince,sevdiklerime sevgimi onlar için bir şeyler yaparak,onlara kendilerinin özel olduklarını hissettirerek gösteririm..
-Mesela?
-Mesela, eve yorgun gelen eşime yemekten sonra orta şekerli bir Türk kahvesi hazırlayarak..Veya çocuklarım için özel bir kek,pasta veya yemek hazırlayarak..
Birisi de benim için bunları yapsa,doğrusu çok mutlu olurum..Mesela kızım, bir pazar günü bana sürpriz yapıp, kahvaltıyı hazırlasa ne çok mutlu olurdum bir bilseniz..Dedi umutla..
Fakat sonra, kızının sabah söylediği kırıcı sözleri hatırlayarak:
-Amaan hocam..!Değil bana sürpriz yapmak,kalbimi kırmasın böyle ağır sözlerle, başka bir şey istemiyorum..
Derin bir üzüntüyle söylemişti bunları..
 Öğretmen:
-Üzülmeyin,bu problemi sanırım çözeceğiz..Sizin sevgi diliniz,"Hizmet Davranışları” bunu anlamış bulunuyoruz.
Kızınız sizin kendisini sevmediğinizi söylerken neyi bahane etmişti?
 -O´nu hiç dinlemediğimi,sorunlarıyla ilgilenmediğimi ,pasta ve kekleri ondan daha çok önemsediğimi söylemişti bana bağırarak..
  -Sanırım onun sevgi dili de “Nitelikli Beraberlik.” Aslında işimiz çok kolay biliyor musunuz?
  -Nasıl?
-Akşam okuldan geldiğinde, onun anlattıklarını dinleyin..Yaşadığı sıkıntıları dinleyin ve onun duygularını anlamaya çalışın.İlk başlarda size yine hırçın davranabilir.Sabredin ve yılmayın. Hatta şöyle güzel bir çay demleyin, o size gününü anlatırken, karşılıklı birer bardak çay için.Bu sizin sevgi dilinizle onun sevgi dilinin harika bir kaynaşması olacaktır.Ve ümit ediyorum aranızdaki bu problemler kısa zamanda çözülecektir..
 Melek Hanım´ın içinde, yeni bir ümit ışığı yanmıştı..Fakat diğer sevgi dillerini öğrenmeden ayrılmak istemiyordu okuldan..Öyle ya,onun iki çocuğu daha vardı..Sordu öğretmene:
  -Peki hocam bu iki dili anladım sanırım.Şu geri kalan üç dili de kısaca anlatır mısınız? Malum benim iki çocuğum daha var..Onlarla da aynı sorunları yaşamak istemiyorum..
  -Anlatayım:sizin sevgi diliniz olan “Hizmet Davranışları”nı ve kızınızın sevgi dili olan “Nitelikli Beraberlik”i, sanırım anladınız.
  Gelelim diğer sevgi dillerine:
  Onay Sözleri :
Bu sevgi dilin kullanan insanlar,sevgilerini karşısındakine anlatırken veya herhangi bir davranışı sevgi olarak algılarken,karşısındaki insanın olumlu ve üstün yönlerini vurgular,sözleriyle ifade ederler.Karşısındakini takdir ederler.Kendilerine de bu şekilde ifade edilmesini isterler.
Armağanlar:
Bu dilde kişi, karşısındakine armağan alarak gösterir sevgisini..Öyle ki sevdiği insanlara armağan almak için adeta sebepler bulur,üretir..Sürpriz armağan almaktan ve kendisine de alınmasından çok hoşlanır.
Fiziksel temas:
Bu sevgi dilini kullanan insanlar,sevgilerini dokunarak,sarılarak v.b..gösterirler karşıdakine..Mesela bazı çocuklar hangi yaşta olurlarsa olsunlar kucaklanıp,öpülmekten çok hoşlanırlar..Gün içerisinde gelip gelip annesine sarılır..
Hatta halk arasında bazan bu tip insanlar için “Sırnaşık" tabiri kullanılır maalesef..Oysa nefes almak,su içmek kadar önemli ve vazgeçilmezdir bu davranışa olan ihtiyaçları..
  -Hocam siz anlatırken en küçük çocuğum geldi gözümün önüne..Demek ki onun sevgi dili “Fiziksel Temas..
"Melek Hanım teşekkür ederek ayrıldı Rehber öğretmenin odasından..
Şimdi akşamı ve kızının dönüşünü iple çekiyordu.
 Kızı eve geldiğinde, gerginliği biraz gitmiş gibiydi..Ama sinirli hali devam ediyordu. Annesine:
-Seninle konuşmak istiyorum annne..! Dedi hırçın ve kırıcı bir edayla..
-Tabii ki yavrum..Dedi annesi,sesine "anneliğin" bütün şefkat tonlarını yükleyerek..
-Gel, seninle mutfağın balkonunda karşılıklı birer çay içelim ve konuşalım..
 Mine şaşırmıştı..Hayret, annesi bu gün çok farklıydı.Yemek yapma bahanesiyle onu dinlemeyi ertelememişti..Üstelik, karşılıklı çay içip sohbet etmeyi teklif ediyordu..Sordu annesine:
 -Neden bu gün okula geldin?Üstelik de Rehber öğretmenimizle görüşmeye..!
 Şimdi herkes benim sorunlu biri olduğumu düşünecek
 -Herkes kim yavrum?
 -Arkadaşlarım
 -Arkadaşların senin gibi güzel ve değerli bir kız hakkında böyle kolayca olumsuz hüküm veriyorsa, onlarla ilişkilerini yeniden gözden geçirmen gerekli sanırım..
 Mine şaşırmıştı..Annesinin, kendisini "güzel ve değerli" gördüğünün hiç farkına varmamıştı bu güne kadar..
-Gerçekten öyle mi görüyorsun beni..?
-Tabii ki yavrum..Aksini nasıl düşünebilirsin?Sen benim ilk göz ağrım,ilk yavrumsun..Ve sana söylediğim sözlerin hepsini yüzde yüz inanarak söyledim..Seni çok seviyorum..Sen benim için her şeyden önemlisin..
 Mine ,biraz tereddüt geçirdikten sonra, ağlayarak annesini boynuna sarıldı..Demek annesi için ev işlerinden,özel yapılmış bir kekten daha önemliydi..Kendini suçladı içinden..Nasıl olup da annesine böyle kötü davrandığına inanamadı..
 Eski güzel günlerindeki, anne-kız diyalogunu ne kadar özlediğini de fark etti..Fakat hemen içinden bir şey dürttü sanki..Yine o geçimsiz,huysuz tavrını takınarak:
  -Biliyorum,beni kandırmaya, ikna etmeye çalışıyorsun..!Bu gün beni yatıştırmak için sorunlarımla ilgileniyor, gibi yapıyorsun.Ama yarın yine o yemek tarifleri,ıspanaklı kek,havuçlu kek benden önemli hale gelecek..!Gözlerinde teselli bekler bir bakış,sesinde neredeyse yalvaran bir tonla, annesine bakıyordu:
 -Sana söz veriyorum yavrum,bundan sonra bir problemin veya anlatmak istediğin bir şey olduğunda, elimdeki her şeyi bırakıp,sözünü bitirinceye kadar can kulağıyla seni dinleyeceğim..Ben bu dünyada kimin için varım ki..?
 Anne-kız yeniden sarıldı..Mine´in gözlerinden akan yaşlar, annesinin omuzunu, annesininkiler ise, Mine´nin omuzunu ıslatıncaya kadar devam etti bu durum..
Üç ay sonra Mine´nin annesi, okulun Rehber öğretmenine teşekkür ziyaretine gelmişti..
 Karşılıklı orta şekerli birer Türk Kahvesi eşliğinde sohbet ettiler uzun uzun...(Alıntı)











Erdemli olabilmek biraz zor gibi gözükse de Conficius bunu çözmüş,bize de okuyup öğrenmesi kalmış...Bu kadarcığını da yapalım artık.(L.D)

Erdemli insanların dokuz düşüncesi vardır:
1. Baktıklarında berrak görmeyi düşünürler,
2. Dinlediklerinde iyi duymayı düşünürler,
3. Görünüşleri bakımından cana yakın olmayı düşünürler,
4. Davranışlarında saygılı olmayı düşünürler,
5. Konuşmalarında doğru sözlü olmayı düşünürler,
6. İşlerinde ciddi olmayı düşünürler,
7. Kuşkuya düştüklerinde soruları nasıl soracaklarını düşünürler,
8. Öfkelendiklerinde sorunları düşünürler,
9. Kazancı gördüklerinde adaleti düşünürler...”
~Konfüçyüs






gençlik ve olgunluk

"Gençlik,yüzünü adaletsizlikten yana çevirince vicdanın aynasından kendine bakmaktan korkar, olgunluk çağı ise kendini bu aynada görmüştür; hayatın bu iki safhası arasındaki fark buradan gelir.."Goriot Baba (Honoré de Balzac)

Rüya ve gerçeklik.......

‎''Ben çok kabuslar gördüm ancak siz onları gerçek kıldınız.'' Franz Kafka
Savaş Oyunları





Yaşama sevgimizi yok edenler, kimler ya da neler? Hiç düşündünüz mü? Ben düşünüyorum zaman zaman...Ve o çirkinlikleri derhal içimden çıkarıp atıyorum..İyi oluyor aslında...(L.D)

ANLAYAMADIKLARIMIZ...
"Hayatımızdaki en önemli şeylerin bir anda yok olup gittiğini görmenin acısından kaçımız kurtulacağız ? Yalnızca bizim için çok önemli olan insanlardan değil, düşüncelerimiz ve düşlerimizden de söz ediyorum: Bir gün, bir hafta, birkaç yıl daha dayanabiliriz, ama eninde sonunda yitirmeye yazgılıyız. Bedenimiz sağ kalır, ama ruhumuz er geç ölümcül darbeyi yer..
En kusursuz cinayet budur; yaşama sevincimizi kimlerin öldürdüğünü, bunu hangi güdüyle yaptıklarını, suçluların nerede bulunacağını bilemeyiz..." Paulo Coelho / Portobello Cadısı


5 Eylül 2011 Pazartesi

Niyetler ve neticeleri

‎''Başımıza gelen herhangi bir belâda, tesirinden çok niyete bakarız. Damdan düşen bir kiremit bizi daha çok yaralar, fakat kötü bir elin attığı taş kadar kederlendirmez; taş hedefe değmeyebilir, fakat niyet yapacağını yapar...''
Jean-Jacques Rousseau

Bambu Ağacı

Çin' deki Bambu ağacının yetişmesi hayat felsefesi için güzel bir örnektir. Çinliler bu ağacı söyle yetiştirir: Önce ağacın tohumu ekil...