3 Eylül 2011 Cumartesi

Köprü Nedir? Geçilmesi imkansız olan iki yeri bağlayan bir yapı mıdır sadece? Köprü dediğimizde aklımıza neler gelmez ki? Barış,dostluk,sevgi,kardeşlik....(L.D)

   GERÇEK BİR KÖPRÜ İLE YENİDEN KURULAN KARDEŞLİĞİN  BİR HİKAYESİ...
Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yaşayan, iki erkek kardeş vardı.
 Günlerden bir gün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık baş gösterdi. İki kardeş arasında o zamana değin ilk kez görülen anlaşmazlık, giderek büyüdü ve kardeşler arasında ayrılığa neden oldu. İki kardeş, birbirlerine yalnızca küsmekle kalmadılar, yıllardır ortaklaşa kullandıkları tarım makinelerine değin sahip oldukları tüm araç gereçlerini ve mal varlıklarını da ayırdılar. Küçük bir yanlış anlama sonucu başlayan anlaşmazlığı izleyen ayrılık, giderek büyüyen bir uçuruma dönüştü ve en sonunda yerini, karşılıklı kullanılan hoş olmayan sözlere bıraktı. Bunun arkasından da beklenenler oldu ve kardeşler arasında önce şiddetli bir kavga, sonra da ürkütücü bir sessizlik yaşanmaya başladı.
  Bir sabah, bu iki kardeşten büyüğünün kapısına bir usta geldi. Elinde büyük bir marangoz çantası vardı. Ev sahibinden geçici bir iş istedi: "Yapılacak ufak tefek bir işiniz varsa, size yardımcı olmak isterim", dedi."Elimden hemen her iş gelir. Birkaç gün çalışırım, işi bitiririm." Büyük kardeşin aklına o an bir "iş" geldi. "Evet, sana göre bir işim var" dedi ve küçük kardeşinin çiftliğini işaret etti. "Şu derenin karşısındaki çiftlik, komşumundur. Daha doğrusu, benim küçük kardeşime aittir o çiftlik. Geçen haftaya dek benim çiftliğimle onun çiftliği arasında bir otlak vardı. Sonra o, oraya ırmak bendi yaptı ve şimdi aramızda, otlak yerine, çiftliklerimizi birbirinden ayıran bir dere var." İş isteyen adam, büyük kardeşin söylediklerini dikkatle dinledikten sonra sordu : "Benden ne yapmamı istiyorsunuz?" dedi. Büyük kardeş önce kuşkusunu, sonra da kararını açıkladı : "Kardeşim bunu, bana acı vermek için yapmış olabilir", dedi. "Fakat şimdi ben, onun yaptığından daha büyük bir şey yapacağım." Bunları söyledikten sonra adamı aldı, ahırların olduğu yere götürdü ve duvarın dibinde yığılı duran kütükleri gösterdi. "Senden, bu kütükleri kullanarak, iki çiftlik arasında üç metre yükseklikte bir çit yapmanı istiyorum" dedi."Kaç gün çalışırsan çalış,nasıl yaparsan yap ama bana öyle bir çit yap ki, gözlerim kardeşimin çiftliğini artık görmek zorunda kalmasın".İş arayan usta, başını salladı:"Sanırım durumu anladım, efendim", dedi. "Şimdi bana çivilerin, kazma küreğin yerini gösterin ki hemen işime başlayayım. Büyük kardeş ustaya kazma, küreğin ve çivilerin olduğu yeri gösterdikten sonra, alışveriş yapmak için kasabaya gitti. Usta ise, tüm gün boyunca ölçerek, keserek, çivileyerek sıkı bir biçimde çalışmaya koyuldu. Akşam güneş batarken o işini bitirmiş, çiftlik sahibi büyük kardeş ise alışverişini tamamlamış, kasabadan dönüyordu. Çiftliğe gelir gelmez ustanın yaptıklarına baktı ve şaşkınlıktan gözleri, yuvalarından fırlayacakmış gibi açıldı. Karşısında, yapılmasını istediği çit yoktu. Orada, derenin bir yakasından öteki yakasına uzanan görkemli bir köprü vardı.Biri kendi çiftliğinin toprağına, öteki küçük kardeşinin çiftliğinin toprağına oturtulmuş sağlam iki ayak üzerinde, yanlarındaki korkuluklarına varıncaya dek tüm ayrıntılarıyla yapılmış ve tam anlamıyla "usta işi" denilecek kusursuzlukta bir köprü uzanıyordu.Büyük kardeş, hâlâ geçmeyen şaşkınlığıyla bu köprüyü seyrederken, karşıdan birinin geldiğini gördü.Dikkatle baktığında gelen kişinin, komşusu, yani küçük kardeşi olduğunu anladı. Kardeşi, kollarını iki yana açmış olarak köprünün karşı ucundan kendisine doğru yürüyordu: "Benim sana karşı yaptığım bunca haksızlığa ve söylediğim bunca kötü sözlere karşın sen,bu köprüyü yaptırarak ne denli iyi ve ne denli büyük bir insan olduğunu gösterdin,dedi ağabeyine. "Şimdi bir büyüklük daha yap ve sen de kollarını açarak bana gel."
  Köprünün iki ucundan ortaya doğru yürüyen kardeşler, köprünün ortasında bir araya geldiler ve özlemle kucaklaştılar.Büyük kardeş bir ara arkasına baktığında,çantasını toplayıp, oradan ayrılmakta olan ustayı gördü."Gitme, dur, bekle..!" diye seslendi ona."Sana yaptıracağım birkaç iş daha var, çiftliğimde..." Usta gülümsedi :"Ben buradaki işimi tamamladım, gitmem gerek", dedi ve ekledi : "Yapmam gereken daha çok köprü var..."
   "Köprüleri kurabilecek gücünüz hiç  eksik olmasın. Köprüleri kurduktan sonra da, yıkılmaması için sık sık bakımını yapın. Arkadaşlarınıza, dostlarınıza ve sevdiklerinize zaman ayırın.O köprü yoluyla, sık sık gönüllerini ziyaret edin.Sevdiklerinizle köprüler kurun aranıza,setler değil(Alıntı)


KAYBOLAN MUHABBETİN BEDELİ...

“Hocam sen bize kitap okuyun, kendinizi yetiştirin diyorsunuz. Anne babasının elinde kitap görmeyen çocuklara ders çalışma alışkanlığı kazandırmakta zorlanıyoruz diyorsunuz. Söylediklerinizde haklısınız. Ancak benim merak ettiğim başka bir şey var. Bizim anne babalarımız okuma yazma bilmiyordu. Evlerimiz de kütüphane de yoktu. Onlar bizi nasıl terbiye etti?”
 Sorular, düşünen insanın zihnine atılan oltalar gibidir. Özellikle de zor sorular, çok daha ufuk açıcı olur. Konferanslarıma yeni başladığım yıllarda, bana sorulmuş en önemli sorulardan birisi yukarıda yazdığım soruydu. Nerde kim tarafından sorulduğunu hatırlamasam da, o soruya bulduğum cevap bana çok güzel ufuklar açtı.
 Eskiden çocuk eğitimi kitapları mı vardı? Eskiden çocuk eğitimi ile ilgili konferanslar mı vardı? Eskiden aile danışmanları mı vardı? Eskiden çocuk psikologları mı vardı? Buna rağmen, eskiden çocukları nasıl terbiye ediyordular. Kaybolduğundan hepimizin muzdarip olduğu ahlaki değerleri yeni nesillere nasıl aktarıyordular?
 Bu soruların cevabını, hem yapılan araştırmalardan istifade ederek, hem de sizleri çocukluğunuza götürerek vereceğim.
“Aranızda beş taş oynamayı bilen var mı?” sorusunu, Türkiye’nin her köşesinde sordum. Elaziğ’da, Antalya’da, Sinop’ta, Edirne’de, Şanlıurfa’da… Her sorduğum salonda tatlı bir tebessüm gözlemledim. Çocukluğunda kardeşleriyle, akrabalarıyla, arkadaşlarıyla halının üzerinde oynadığı oyunları hatırlıyor insanlar. Benim çocukluğum Almanya’da geçtiği halde, bizde çocukken beş taş oynardık kardeşlerimle. Bazen annem de dahil olurdu oyunlarımıza.
 Oyunun adı önemli değil. Oyunlarla çocuğun zihinsel gelişimini sağlamak, bugünün modern eğitim sistemlerinde, en çok üzerinde durulan ve çalışılan konularından birisidir. Bilinçli bir eğitim sonucunda olmasa bile, eskiden evde aile muhabbetleri, kardeş ilişkileri bu oyunlarla sağlanırmış. Bu oyunları çocuklarına öğreten anne babalar, oyunların çocuk gelişiminde ki etkisini bilmeseler de, mutlaka öğretirmiş.
 Çocuk oyunu deyip geçmeyin. Bu oyunun içinde muhabbet, rekabet, kazanma, kaybetme, tartışma, yenilgiyi kabullenme, kazanmak için daha dikkatli olma gibi beceriler kazandırılıyordu çocuklara. Dikkat edin, bu anneler, çocuk gelişimi, ana okulu öğretmenliği mezunu falan değildiler.
 En önemlisi, aile içi muhabbetler, genelde bu oyunlar çerçevesinde gerçekleşirdi. Kavga etmeye başladıklarında araya giren anne babalar, bazen çocuklarıyla beraber oyunlar oynar, onlara hayata dair hatıra ve tecrübelerini anlatırdılar.
 Muhabbet, Arapça kökenli bir kelimdir. Habib, habîbî gibi kelimelerde aynı kökten türetilmiştir. Habib, sevgili demektir. Muhabbet etmek, birbirini seven insanların birbirleriyle sohbet ederek vakit geçirmesi demektir. Sahabe kelimesinin, sohbet eden insanlar anlamına geldiğini de hatırlatmak isterim.
 Aile içi muhabbetlerin içini, sonu ahlaki değerlerle biten hikayelerin süslediğini, bu hikaye ve tecrübelerin çocukların hayat yolculuğunu aydınlatan bir ışık olduğunu unutmamak gerekiyor.
 Eski aile yapısı içerisinde, tarladan yorgun dönen baba, evde akşama kadar hazırlık yapan anne modeli vardı. Bugün aile hayatı değişime uğramış olabilir. Ancak değişmeyen tek şey, ailenin akşam bir araya geldiğidir.
  Muhabbetin ödülü ve bedeli…
  Kaybolan muhabbetin bedelinin ne kadar ağır olduğunu, muhabbet ortamını yeniden inşa etmenin aileye, çocuğa ve topluma ne kadar faydalı olacağını bir kez daha görmüş olduk.
  Bugün belki beş taş oynamayı çocuklarınıza sevdiremeyebilirsiniz. Ancak önemli olan oyunun kendisi değil, işlevidir. Bilgisayar çağında beş oynamayı sevmez çocuklar. Bilgisayar oyunu da olsa, çocuğunuzla birlikte oynayın. Akşam yemeği kadar kısa bir süre de olsa, onlarla muhabbet edin.
 Muhabbeti kaybetmek, bazen, çocuğu kaybetmek anlamına gelebilir.


Sevdiklerinizi muhabbetle kucaklamanız temennisiyle"

(Sait Çamlıca-Eğitimci-Yazar




2 Eylül 2011 Cuma

Yaşadığımız her anın kıymetini bilerek yaşamak...Kim yapıyor ki aslında bunu..?

BASİT YAŞAMAK
Mesela susayınca su içecek kadar basit..Dört çıkacak, ikiyi,ikiyle çarptığında..Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;Tek bir düğme,tek bir cümle gibi;Kabak çekirdeği verecek sana..Rakamların veremediği mutluluğu..El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak..En değerli kağıdın;Hep yanında taşıdığın,Atmaya kıyamadığın..Kısacık olacak uyanman..Ve yola çıkman arasında geçen süre;Kısacık olacakSıcacık kollara dolanman..Ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre..Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;Bakışların bile anlatabilecek kendini..Beklentilerin de basit olacak..Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar..Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;Ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana..En ucuz aşk romanını..Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini..Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken..Bir kaşarlı tost olacak aradığın..Nasıl oturacağını bilemediğin sofrada;Parmakların olacak en kıymetli çatalın..Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri..İskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında..Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana..Kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir“fa diyez”in mutluluğunu..Makyajın ilk “a” sına kadar bilmen yetecek..Temizlik kokacak en pahalı parfümün..“Bilmiyorum”diyebileceksin,bilmediğinde..Ve çok normal olacak onu da bilmeyişin.Tek dereden su getirmen yetecek,Bir “istemiyorum” diyebilmeye..Ne durduğu farketmeyecek abanın altında..Saatin, sadece saati gösterecek;Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın..Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan.Basit yaşayacaksın, basit.Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit..

Düş Hekimi / Yalçın Ergir





ÖNEMLİ MİYİM ACABA?

"New York'ta yaşayan bir öğretmen,lise son sınıftaki öğrencilerini diğer insanlardan farklı olan özelliklerini vurgulayarak onurlandırmaya karar vermişti. Her öğrencisini teker teker tahtaya kaldırdı.Onlara sınıf ve kendisi için niçin ve ne kadar farklı olduklarını anlattı.Sonra her birine üzerinde altın harflerle "Siz çok önemlisiniz"yazılı birer mavi kurdele taktı.

Daha sonra her öğrencisine üçer tane daha kurdele dağıtıp,onlardan bu uygulamayı kendi yaşamlarında devam ettirmelerini istedi.Her öğrenci kendi seçtiği birine kurdela takacak ve artan kurdelaları da ona verip
"Sen de birini seç, kurdela tak, kalan kurdelayı da ona ver,o da birini seçsin" diyecekti.
Öğrenciler daha sonra sonuçları takip edecek, kimin kimi onurlandırdığı konusunda hafta boyunca sınıfa bilgi vereceklerdi.
Çocuklardan biri, gelecekteki kariyer çalışmaları için kendisine çok yardımcı olan bir şirketin üst düzey görevlisinin yakasına iğneledi, mavi kurdeleyi.. Kalan iki kurdeleyi de ona verip "Sınıfça bir projemiz var. Sizden onurlandırmanız için birini bulmanızı istiyoruz. Onurlandırdığınıza ikinci kurdeleyi verin. O da bu projenin devam etmesi için başkasını bulsun. Daha sonra lütfen bana ne olduğu konusunda bilgi verin."
O gün üst düzey yönetici, şirkette suratsız biri olarak bilinen patronunun yanına gitmeye karar verdi. Adam belki suratsızdı ama, müthiş yaratıcı zekası ve teşebbüs cesareti ile şirketi öyle hızla geliştiriyordu ki..Patronun odasına girdi ve "Siz yaratıcı bir dehasınız" dedi.
Mavi kurdeleyi anlattı ve yakasına takmasına izin verip vermeyeceğini sordu. Şaşıran patron, "Tabii ki" dedi. Üst düzey yönetici mavi kurdeleyi patronunun tam kalbinin üstüne ceketine iliştirdi. Ekstra kurdeleyi verirken, "Bana bir iyilik yapar mısınız? Siz de bu kurdeleyi onurlandırmak istediğiniz birine verir misiniz? Bunu bana veren çocuk okulda bir proje yaptıklarını söyledi. Bu törenin devam etmesi gerekiyormuş. Böylece insanları nasıl etkilediğini belirleyeceklermiş.."
O gece patron evine geldiğinde on dört yaşındaki oğlunu yanına oturttu.
"Bugün bana inanılmaz bir şey oldu. Ofisteydim. Üst düzey yöneticilerden biri içeri geldi, bana hayran olduğunu söyledi ve yaratıcı bir deha olduğum için bu kurdeleyi yakama iliştirdi. Bir hayal etmeye çalış. Benim yaratıcı bir deha olduğumu düşünüyor adam. Siz çok önemlisiniz yazılı bu kurdeleyi tam göğsümün üstüne taktı. Bana da bir ekstra kurdele verdi ve onurlandıracak başka birini bulmamı istedi. Arabayla eve gelirken, bu mavi kurdeleyle kimi onurlandırabileceğimi düşündüm ve aklıma sen geldin. Ben bu kurdeleyi sana takmak istiyorum. Günlerim aşırı yorucu geçiyor. Eve gelince sana pek ilgi gösteremiyorum. Bazen derslerden aldığın notları beğenmeyince veya odanı toparlamayınca sana bağırıp çağırıyorum. Oysa bu gece bir şekilde buraya oturup, sana benim için ne kadar farklı olduğunu söylemek istedim. Annen gibi, sen de benim hayatımdaki en önemli insansın. Sen mükemmel bir çocuksun. Seni çok seviyorum.."
Şaşkına dönen çocuk ağlamaya başladı. Bütün vücudu titriyordu. Başını kaldırdı, gözleri yaş içinde babasına baktı ve "Bu gece intihar etmeyi düşünüyordum, baba!..Senin beni sevmediğine, ne yapsam da,kendimi sevdiremeyeceğime inanıyordum. Ama artık herşey farklı" dedi." Elien Waller

KİBRİT ÇÖPLERİ VE İNSANLAR...

"Kibrit çöplerini insanların yaşantılarına benzetirler..Kibrit kutusu ise,bir bakıma insanın yaşadığı toplumu ifade eder.. Bazı kibrit çöpleri vardır,bir amaç için yanarlar..Mesela, kimi bir sigara yakar, kimi bir ocak, kimi ise hiç bir işe yaramadan,boş yere yanıp tükenir..Bazıları bir ormanı,bir evi yakar kül eder,kendisi ile birlikte..
Kibrit kutusunu açıp baktığınızda hepsi aynı gibi gözükse de, birbirinden farklı kibrit çöpleri varıdır..Bazıları yanamayacak kadar incedir.Yakarken kırılır zannedersiniz ama bilir misiniz en iyi onlar yanar.. Bazıları da epeyce kalın..Zannedersiniz ki yeri göğü yakacak..Ama yakınca bir bakarsınız foss diye bir ses çıkarır..Kendisini bile yakamaz..Sadece ucundaki kimyasal madde alev bile alamadan,kararır gider.. Kimileri eğri büğrüdür ama yine de kendinden beklenen fonksiyonları yerine getirirler.Her zaman en üstteki kibrit çöpleri ilk önce yanar..
İşte insan yaşamı da bu kibrit çöplerine benzer..Bazı insanlar vardır,kendinden bekleneni asla yerine getiremezler.. Kalın kibrit çöpü gibi kendi kendilerini yok eder giderler..Kimi insanlar vardır bir lambanın fitilini yakarlar,kendileri yok olup gitse de ışığı kalır.."    (Dr. Yaşar Ateşoğlu)



31 Ağustos 2011 Çarşamba

Kahvaltıdan önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer....O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer..


Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,en güzel yerde başlatılsaydı eğer.
Utanılacak bir şey değildir ağlamak,yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer
Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,çalınan birinin kalbiyse eğer.
Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.
O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.
Daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar,kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.
Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,öylesine delice bakmasalardı eğer.
Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.
Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.
Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.
Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.
O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.
O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.
Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.
Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.
Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.
Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.
Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,kulağına okunacak biri olsaydı eğer.
İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.
Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.
Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,ya canım ellerini tutmak isterse...
~Can YÜCEL~




          Datça'da kendi ellerimle topladığım ve Can Yücel'in mezarına koyduğum papatyalar...(L.D)





ANLADIK İYİSİN....!!!

İYİSİN,İYİSİN
"Anladık iyisin..Ama neye yarıyor iyiliğin? Seni, zaten ve de asla kimse satın alamaz.!! Değil mi? Anladık, dediğin de dedik..Ama dediğin ne?..Doğrusunu söylersin, hatta düşündüğünü..Ama düşündüğün ne?Yüreklisin, kime karşı?Akıllısın..Yararı kime? Gözetmezsin kendi çıkarını..Peki gözettiğin kimin ki?
                                 
Dostluğuna diyecek yok ama, peki dostların kimler? " BERTOLT BRECHT





Bambu Ağacı

Çin' deki Bambu ağacının yetişmesi hayat felsefesi için güzel bir örnektir. Çinliler bu ağacı söyle yetiştirir: Önce ağacın tohumu ekil...